top of page
Search
  • Writer's pictureBurcu Tümer

İklim Krizi ve Önemli Hukuki Düzenlemeler

Updated: Mar 24, 2023




Doğal kaynakların hızla tükenmesi, nüfus artışı ve hızlı tüketime bağlı olarak üretim seviyelerinin yükselmesi dolayısıyla ortaya çıkan iklim krizi, yerel ve uluslararası düzeyde iklim değişikliği ile mücadele politikalarının oluşturulmasını ve yeşil dönüşümün küresel olarak gündeme gelmesini zorunlu kılmıştır.


Serbest rekabet ilkesi


Özellikle Avrupa Birliği (“AB”) tarafından katı atık yönetimi, temiz su, atık su ve hava kalitesi standartlarını belirleyen ve tüm üye ülkelerin uymak zorunda olduğu çok sayıda direktif, yönetmelik ve karar yayınlanmıştır. Söz konusu düzenlemelerle üye devletlere yükümlülükler getirilmiş olmakla beraber, ülke bazında farklı hukuki ve idari yaptırımların uygulanabileceği belirtilmiştir. AB çevre politikaları önleyici, iyileştirici ve “kirleten öder” prensiplerine dayanmakta olup, iklim politikasının ötesinde ekonomik bir dönüşüm programı olarak kurgulanmıştır.


Bu kurgunun dayanağı, AB’de kabul edilen serbest rekabet ilkesidir. Nitekim, üye devletler tarafından farklı çevre politikalarının ve yaptırımların uygulanması özellikle üretim sektörünü doğrudan etkileyeceğinden üye ülkeler arasında serbest rekabetin tam anlamıyla sağlanması söz konusu olamayacaktır.





“Greenflation” kavramı


Küresel olarak uygulanan veya uygulanmasına yönelik aksiyon planları belirlenen çevre politikaları dolayısıyla literatüre yeni kavramlar da girmiştir. Bunlardan biri de yeşil enerjiye geçişten kaynaklanan maliyetlerin neden olduğu fiyat artışını ifade eden “greenflation” kavramıdır. Sebeplerine örnek olarak ise, kömür kullanan üreticilerin güneş enerjisine geçişiyle beraber güneş paneli hammaddelerinin fiyatlarının artması gösterilmektedir.




Yeşil Kuğu Teorisi


Olması ihtimal dışı görünen ancak ortaya çıktığında etkisi çok büyük olan beklenmedik olayları” ifade etmek üzere Nassim Nicholas Taleb tarafından kullanılan “Siyah Kuğu” teorisinden esinlenerek, içinde bulunduğumuz iklim krizine ilişkin olarak “Yeşil Kuğu” teorisinden sıklıkla söz edilmektedir. Siyah Kuğu’dan farkı, aslında öngörülebilir olaylara işaret etmesidir. Nitekim, iklim krizine ve alınması gereken önlemlere tüm paydaşların gereken önemi ve hassasiyeti göstermemesi halinde insan hayatına ve yaşam alanlarına büyük ve geri dönülemez etkileri olması kaçınılmazdır.


İklim krizinin önüne geçilmesi için önemli politika ve düzenlemeler nelerdir?


◆ Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi


Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (“Çerçeve Sözleşme”), küresel ısınmanın iklim üzerindeki etkilerine karşı uluslararası alanda atılan ilk ve en önemli adımdır. Çerçeve Sözleşme 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir, Türkiye ise 24 Mayıs 2004 tarihinde taraf olmuştur. Çerçeve Sözleşme, Türkiye ve Avrupa Birliği dahil 196 ülke tarafından kabul edilmiştir.

Çerçeve Sözleşme, taraf ülkeleri, sera gazı emisyonlarını azaltmaya, araştırma ve teknoloji üzerinde işbirliği yapmaya ve sera gazı yutaklarını (örneğin ormanlar, okyanuslar, göller) korumaya teşvik etmektedir. Çerçeve Sözleşme, sera gazı emisyonlarının azaltılması için, ülkelerin kalkınma önceliklerini ve özel koşullarını göz önüne alarak “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesine dayanmaktadır[1].

Sanayi devrimi sonrasında iklim değişikliğine sebep olan sera gazlarının atmosfere salınımının ülke bazında farklılık göstermesi nedeniyle, Çerçeve Sözleşme’de taraf ülkelerin yükümlülükleri üç farklı seviyede ayrıştırılmış ve seviye bazında taraf ülkelere ek sorumluluklar getirilmiştir.


Kyoto Protokolü


Her ne kadar Çerçeve Sözleşme iklim değişikliğiyle mücadelede ileriye dönük önemli bir adım teşkil etse de sera gazı emisyonlarının küresel ölçekte artmaya devam etmesi ve çevresel etkilerinin daha çok hissedilir hale gelmesi sebebiyle Çerçeve Sözleşme’ye taraf ülkelerce Kyoto Protokol’ü 1997 yılında kabul edilmiş ve 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Hali hazırda Kyoto Protokolü’ne taraf olan 191 ülke bulunmaktadır. Türkiye de Kyoto Protokolü’ne 2009 yılında taraf olmuştur fakat Kyoto Protokolü’nün kabul edildiği 1997 yılında Türkiye Çerçeve Sözleşme’nin tarafı olmadığı için, taraf ülkeler özelinde belirtilen sera gazı emisyon azaltım veya sınırlama yükümlülüğü Türkiye için tanımlanmamıştır. Bu sebeple de Türkiye’nin Kyoto Protokolü kapsamında belirlenmiş sera gazı emisyon azaltım veya sınırlama taahhüdü bulunmamaktadır.

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları


2015 yılının Eylül ayında, Birleşmiş Milletler (“BM”) Genel Kurulu tarafından 193 ülkenin imzasıyla kabul edilen ve Ocak 2016’da yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (“SKA”), 2030’a kadar üç temel sorunun giderilmesini hedefleyen evrensel bir eylem çağırısıdır; (i) aşırı yoksulluğu sona erdirmek, (ii) eşitsizlik ve adaletsizlik ile mücadele ve (iii) iklim değişikliğini düzeltme.


SKA, farklı gelişmişlik seviyesindeki ülkeler için geçerli 17 evrensel hedeften oluşmakta ve yoksulluğu ortadan kaldırmak, gezegenimizi korumak, tüm insanların barış ve refah içinde yaşamasını sağlamak ve küresel ve yerel sürdürülebilir kalkınma uygulamalarına bir çerçeve oluşturmak amacıyla 2030’da tamamlanması hedeflenen bir yol haritası ortaya koymaktadır. SKA, 2001 yılında kabul edilip Aralık 2015 tarihinde geçerliliğini yitiren Binyıl Kalkınma Hedefleri’ni[2] takiben ve bu hedefler üzerine inşa edilmiştir.


SKA, her ne kadar hükümetler için uygulanabilir hedefler olarak kurgulanmış olsa dahi, söz konusu hedeflerin yerine getirilebilmesi için iş dünyasına çağrıda bulunulmuş ve hedeflerin başarıya ulaşmasında yeni iş modellerinin, yatırımların ve teknolojinin önemli bir rol oynayacağının altı çizilmiştir.


◆ Paris Anlaşması


Aralık 2015’de Çerçeve Sözleşme Taraflar Konferansı’nda 195 ülkenin onayıyla kabul edilen Paris Anlaşması’nın iklim değişikliğine karşı küresel çapta verilen mücadelede tarihsel bir dönüm noktası olduğu ifade edilmektedir. Paris Anlaşması, aynı zamanda SKA hedeflerine uygun olarak istikrarlı ve karbon ekonomisine fayda sağlamayı amaçlayan iklim diplomasisine yönelik önemli bir anlaşmadır.


Paris Anlaşması, 5 Ekim 2016 itibariyle, küresel sera gazı emisyonlarının %55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanmasını takiben 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve kabulünün üzerinden 1 yıl geçmeden yürürlüğe giren ilk küresel anlaşma olmuştur. Türkiye’de ise Paris Anlaşması 7 Ekim 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararı ile onaylanmış olup, iç hukuk onay süreci tamamlanmıştır ve ülkemizin 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi ilan edilmiştir.


Paris Anlaşması’nın nasıl uygulanacağına dair hususları içeren Paris Anlaşması Kural Kitabı ise 31 Ekim-13 Kasım 2021 tarihlerinde Glasgow’da düzenlenen 26. Taraflar Konferansı’nda (“COP26”) 190’dan fazla ülkenin mutabakatıyla kabul edilmiştir ve böylece Paris Anlaşması’nda belirlenen hedeflerin ne şekilde uygulamaya konacağına dair yol haritası belirlenmiştir[3].


Paris Anlaşması ile Çerçeve Sözleşme’nin en temel farkı, taraf ülkelerin sorumlulukları açısından Çerçeve Sözleşme ile üç farklı seviyede düzenleme getirilmiş olmasına karşın, Paris Anlaşması ile taraf olan tüm ülkelere ortak sorumluluklar yüklenmiş olmasıdır.


Paris Anlaşması’nın temel hedefi, taraf ülkelerin ulusal katkı beyanlarında yer alan emisyon azaltım adımlarıyla küresel sıcaklık artışını 2 derecenin kayda değer şekilde altında tutarak, mümkünse 1,5 derecede sınırlamak ve 2050 itibariyle tüm gezegende karbon-nötr hedefine ulaşmak olarak ifade edilmiştir.


Paris Anlaşması ile; ulusal katkılar, azaltım, uyum, kayıp/zarar, finansman, teknoloji geliştirme ve transferi, kapasite geliştirmesi, şeffaflık ve durum değerlendirmesi gibi konulara yönelik usulleri belirlemek üzere bir çerçeve oluşturulmuştur. Ek olarak, gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelere finansman, teknoloji transferi ve kapasite geliştirme gibi konularda imkan sağlamalarına yönelik düzenlemeler getirilmiştir. Emisyon azaltımı konusunda gelişmiş ülkelerin mevcut hedeflerini sürdürmeleri, gelişmekte olan ülkelerin ise emisyon azaltımı hedeflerini artırarak zaman içerisinde tüm ekonomiyi kapsayacak yeni ve artırılmış hedefler benimsemelerini öngörmektedir.


Avrupa Yeşil Mutabakatı


Avrupa Komisyonu tarafından 2019 yılı sonunda açıklanan Avrupa Yeşil Mutabakatı, AB’nin uzun zamandır beklenen nihai iklim eylem planı olarak, Avrupa'nın 2050 yılına kadar karbondan arındırılmasını ve bu vesileyle de ekonomide köklü bir dönüşümü ve Avrupa kıtasında iklim nötrlüğüne ulaşılmasını öngörmektedir. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın temelinde sürdürülebilir bir ekonomik strateji oluşturulması, yaşam kalitesinin artırılması ve yeni iş imkanlarının yaratılması yer aldığından, yalnızca AB için değil, AB ile diğer ülkelerin ticari ve ekonomik ilişkilerinde de etkili olacağından tüm kamu, özel, uluslararası sektör temsilcilerinin önem arz ettiği bir konudur.

Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın temel hedefleri;

· Net sera gazı emisyonunun 2050 yılına kadar ortadan kalkması,

· kaynak kullanımından bağımsız hale gelmiş bir ekonomik büyüme,

· kimsenin ve hiçbir bölgenin geride bırakılmaması[4]

olarak belirtilmiştir[5].


Avrupa Yeşil Mutabakatı bir yasa değil, güçlendirilmiş bir siyasi hareket olarak ifade edilmektedir ve AB tarafından bugüne kadar verilen en büyük karbonsuzlaşma taahhüdü olarak görülmektedir. Söz konusu taahhütlerin yerine getirilmesine yönelik olarak hali hazırda AB’de yürürlükte olan düzenlemelerin yanı sıra yeni düzenlemelerin de yürürlüğe girmesi beklenmektedir. Nitekim, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın somutlaştırılabilmesi adına Avrupa Komisyonu tarafından ek düzenleme çalışmaları yürütülmektedir. Bunlardan biri de 17 Kasım 2021 tarihinde yayımlanan yönetmelik teklifleridir. Söz konusu teklifler[6] vasıtasıyla, ekonomik büyüme, doğal kaynakların korunması ile AB’de ve dünyada çevresel standartların yükseltilmesi amaçları doğrultusunda uygulanacak yöntemlerin belirlenmesi hedeflenmiştir.


Ek olarak, AB pazarında AB vatandaşları tarafından tüketilen ürünlerin küresel orman tahribatına yol açmaması için kurallar getirilmiştir. Soya, palmiye yağı, tahta, kakao ve kahve gibi ürünleri AB pazarına sürmek isteyen üreticilere yönelik olarak zorunlu durum tespit (due diligence) kuralları getirilmektedir.


Avrupa Yeşil Mutabakatı ile üye devletlerin rekabet edebilirlik güçlerinin korunması ve arttırılması amaçlandığından, değişen dünyaya uyum sağlamak için Türkiye’nin de mevcut koşullarını rekabete uygun hale getirmek için hem mevzuat açısından hem de uygulamalar açısından yenilikler yapması sadece AB ile olan ticari ilişkiler açısından değil, sanayi, ulaşım, inşaat gibi karbon-yoğun üretim yapan sektörlerin sürdürülebilirliği açısından önem arz etmektedir.


Nitekim, 2021 yılında Ticaret Bakanlığı tarafından yayımlanan Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nda aşağıda belirtilen dokuz başlık altında gerçekleştirilmesi hedeflenen eylemler belirlenmiştir ve eylem planı takvimi oluşturulmuştur[7];


• Sınırda karbon düzenlemeleri,

• Yeşil ve döngüsel bir ekonomi

• Yeşil finansman,

• Temiz, ekonomik ve güvenli enerji arzı,

• Sürdürülebilir tarım

• Sürdürülebilir akıllı ulaşım,

• İklim değişikliği ile mücadele,

• Diplomasi

• Avrupa Yeşil Mutabakatı bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetleri.


Sınırda Karbon Mekanizması ve “Fit for 55”


AB’de faaliyet gösteren üreticilerin karbon emisyonları, karbon fiyatlandırma mekanizmalarına tabidir ve bu kapsamda karbon vergisi uygulanmaktadır. Bu durum da üretimin, 2005 yılından itibaren AB’de uygulanmakta olan Emisyon Ticaret Sistemi ve karbon vergisi uygulaması olmayan AB dışındaki ülkelere kaymasına neden olmuş ve söz konusu ülkelerin lehine rekabet avantajı doğmuştur, sonuç olarak ise AB ülkelerinde üretim azalmış, dolayısıyla AB ekonomisi olumsuz etkilenmiştir.


AB ekonomisinin sürdürülebilirliğini sağlamak ve Avrupa’yı 2050 yılında iklim-nötr yapmak hedefiyle açıklanan Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında Avrupa Komisyonu tarafından hayata geçirilmesi öngörülen Sınırda Karbon Düzenlemesi (“SKD”) önemli bir gündem konusudur. Avrupa Komisyonu tarafından 14 Temmuz 2021 tarihinde teklif edilen SKD’nin, 1 Ocak 2023 tarihinde yürürlüğe girmesi ve geçiş sürecinin ise 2025 yılı sonunda tamamlanmış olması öngörülmektedir.


Söz konusu sınırda karbon mekanizması vasıtasıyla, AB’de uygulanan iklim değişikliği politikaları ile karşılaştırılabilir düzenlemeleri hayata geçirmemiş AB dışı ülkelerden gelen bazı mallara, ürünün ihtiva ettiği karbon miktarıyla orantılı bir vergi uygulanması söz konusu olacaktır. Bu sebeple, üreticiler AB’ye ihracat yapabilmek adına ya çok ağır vergiler ödemek zorunda kalacaklar ya da üretim süreçlerini AB standartlarına uygun hale getirmek durumunda kalacaklardır.


Bu mekanizmanın nasıl uygulanacağına ilişkin ayrıntılar ise Temmuz 2021 tarihinde 55 Hedefine Uyum (Fit For 55) Yasa Paketi önerisi ile netlik kazanmıştır. 2023 yılı itibariyle yürürlüğe girmesi planlanan SKD için 2026 yılına kadar bir geçiş dönemi öngörüldüğünden, 2023-2025 döneminde ihracatçıların herhangi bir finansal yüke maruz kalmayacakları fakat bu geçiş döneminde emisyon miktarlarını beyan edecekleri bir raporlama sürecine dahil olacakları belirtilmiştir.


İklim krizine karşı oluşturulan bu düzenlemelere yönelik ne gibi teşvikler sağlanmaktadır?


İklim krizine karşı alınan önlemler ve yapılan düzenlemelere ilişkin olarak sürecin hızlanmasında önemli rol oynayacak bir kanal da uygulanacak teşviklerdir. Örneğin Almanya’da Enerji Yönetim Sistemi sertifikası alan firmalara elektrik vergi muafiyeti uygulanmaktadır.


Paris Anlaşması’na yönelik olarak, gelişmekte olan ülkelere 2020 sonrasındaki iklim planlarına destek sağlamak amacıyla, Küresel İklim Değişikliği İttifakı gibi destek programlarının daha da güçlendirilmesi hedeflenmektedir.


Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında, AB, yeşil ekonomiye geçişten en çok etkilenenlere yardım etmek için “Adil Geçiş Mekanizması” adı altında mali destek ve teknik yardım sağlamayı taahhüt etmektedir ve bu sayede 2021-2027 yılları arasında en az 100 milyar Euro kaynak tahsis edileceği belirtilmiştir.


Bu mücadelede yeni teknolojilerin rolü nedir?


Döngüsel ekonomi için dijitalleşme nihai hedeften ziyade doğru kullanılması gereken önemli bir araçtır. Nitekim, dijitalleşme ve otomasyon yöntemlerinin doğru bir şekilde kullanılması, sürecin işleyişini kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır.


Belirlenen iklim koruma hedeflerinin yerine getirilmesi için FinTech uygulamaları ile kitle fonlaması gibi kanallarla finansman sağlanabilirken; blockchain ve akıllı sözleşmeler gibi uygulamalarla da tedarik zincirinin kontrol ve yönetişiminin yanı sıra işlem yükünün azaltılarak maliyetlerin düşürülmesi de mümkündür. Nitekim, özellikle Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın gereksinimlerinden biri olan zorunlu due diligence süreçlerinin kapsam dahilinde olan şirketler tarafından yürütülmesi gerekeceğinden, sistem otomasyonunun sağlanması, tedarik zincirinin blockchain tabanlı teknolojiler vasıtasıyla takip edilmesi önemli bir araç olacaktır. Ek olarak, dijital ürün pasaportu veya izlenebilirlik sistemlerinin oluşturulması da şirketler açısından rekabet avantajı sağlayacaktır.


Bu sebeple, içinde bulunduğumuz teknolojik, ticari ve çevresel dönüşümün parçaları bir arada ve uyum içinde harmanlanarak doğru yatırımlarla desteklenmelidir.


Sonuç


Yapılan araştırmalar, son 20 yıllık dönemde olağanüstü hava olayları ile insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının yol açtığı küresel ısınma arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Bu sebeple ortaya çıkan iklim krizinin önüne geçmek için farklı düzenlemelerle ülkesel, bölgesel ve küresel seviyede ortaya konan yükümlülüklerin tüm paydaşlar tarafından yerine getirilmesi, gezegenimizin geleceği için çok önemlidir.


Yapılan düzenlemelere doğru araçlar vasıtasıyla, yeni teknolojilerin de entegrasyonuyla zamanında uyum sağlayan şirketlerin ve/veya ülkelerin ciddi bir rekabet avantajı sağlayacağı aşikârdır. Nitekim, aksi takdirde şirketler nezdinde doğacak ek maliyetler veya ülke bazında ihracat piyasasından dışarıda kalınması dahi mümkün olabilecektir.


Bu kapsamda, tüm paydaşların iklim krizinin bilincinde olarak, öncelikle doğanın korunması prensibiyle hareket etmeleri, değişen ekonomi modellerine uyum sağlamaları ve evrensel dönüşümün parçası olmaları gerekmektedir.

[1] BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi / T.C. Dışişleri Bakanlığı (mfa.gov.tr) [2] Eylül 2000’de toplanan BM Genel Kurulu’nda toplam 189 üye ülke tarafından “küresel düzeyde insan onuru, eşitlik ve esenlik ilkelerinin güçlendirilmesi için Binyıl Bildirgesi ilan edilmiştir. Bu ilkelerin hayata geçirilmesi için sekiz Binyıl Kalkınma Hedefi belirlenmiştir. Bu sekiz Binyıl Kalkınma Hedefi, her bir ülke için 2015 yılına kadar sürdürülebilir kalkınma ve yoksullukla mücadele alanında sağlanan ilerlemeyi ölçülebilir ve izlenebilir bir biçimde gösterecek şekilde geliştirilmiştir. (Binyıl Kalkınma Hedefleri | UNDP Türkiye) [3] COP26 conclusion (europa.eu) [4] AB tarafından uygulanacak olan Adil Geçiş Mekanizması’nı ifade etmektedir. Adil Geçiş Mekanizması vesilesiyle, bütçe ve finansman desteği sağlanarak düşük karbonlu ve iklim değişikliğine dirençli faaliyetlere geçiş teşviği sağlanacaktır. Mekanizma, geçişle doğrudan ilgili olan AB bütçesinin önemli katkılarının olduğu tüm programların yanı sıra Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu44 ve Avrupa Artı Sosyal Fonu 45 gibi diğer fonların katkısına ek olarak devreye girecektir. [5] EU economy and society to meet climate ambitions (europa.eu) [6] Proposal for a regulation on deforestation-free products (europa.eu) [7] MUTABAKAT YEŞİL.pdf (ticaret.gov.tr)

12 views0 comments
bottom of page